Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren zenginleşip gelişerek, ikinci Dünya Savaşı sonrasında dünya ekonomisi, kapitalizm ve sosyalizmdeki gelişmelerin dikkate alınması çabasıyla dünyayı yorumlamaya çalışan, Marx"ın çalışmalarında veya Ortodoks Marksist yaklaşım içinde bulunmayan kavramları üretmeye çalışan, ortodoks Marksizm"le veya kendi içinde tartışmalı yönleri bulunsa da, genel yönleriyle sosyalist rejimle yönetilen ülkeler dışındaki kişi, hareket ve ülkeleri etkileyen, Marksizm"in bir doktrin veya akademik ilgi alanı olmaktan çıkarak düşünce ve eylemlere yön veren bir nitelik kazanmasında etkili olan görüşlere bütün olarak verilen addır.
İki dünya savaşı arası dönemde Marksist ekonomi adına fazla bir çalışma yapılmamıştır.Yükselen faşizm, SSCB"nin çevrelenmesi ve yaratılan komünizm korkusu, Marksist çalışmalarda sosyolojik ve felsefi yönlere ağırlık verilmesi, SSCB" nin Marksizm anlayışının Üçüncü Enternasyonal aracılığıyla da her yerde geçerli kılınması ve tek merkezileştirilmesi, bu alana duyulan ilgiyi ve verimliliği düşürmüştü. Özellikle İngiltere ve ABD"de Marx" in ekonomi yönü neredeyse gündemden çıkmıştı.1940"larda ingilizce konuşan dünyada Marx"ı ekonomist olarak benimseyen ve tartışmalarıyla ilgiyi canlandıran ekonomistler ortaya çıkmaya başladı. Bunların öncüleri Maurice H. Dobb, Joan Robinsotı ve Paul M. Sweezy idi. Onları Paul A. Baran ve Fransızca dünyada Charles Bettelheim ile Ernst Mandel izledi. Marksizm"e duyulan ilginin canlanmasında iki savaş arası dönemde kıta Avrupası"nda yükselen faşizm nedeniyle ingiltere ve ABD"ye kaçmak zorunda kalan Marksist ekonomistlerin de etkisi olmuştu. İngiltere"de M. Kalecki, ABD"de J. Schumpeter ve O. Lange, Dobb, Robinson ve Sweezy ile kurmuş oldukları ilişkiyle, bu ilginin canlanmasıyla doğrudan bağlantılı önde gelen adlardı.
Sweezy ve Robinson"un çalışmaları özellikle Marksist değer teorisine getirdikleri eleştiri ve yeni bakış açısıyla klasik Marksistler tarafından çok tartışılmıştır. Oskar Lange gibi Robinson da Marksist ekonominin emek değer teorisi olmadan geçerli olabileceğini ileri sürmüştür. Uzun tartışmalardan sonra Sraffa Marksist değer teorisinin neo-Ricardocu sistemi içinde anlaşılabileceğini savunmuştur. Liberallerle girilen sosyalist veya piyasa ekonomilerinden hangisinin daha verimli olabileceği konusunun tartışıldığı Sosyalist Muhasebe polemiği fiyatların oluşumundan dışsallıklar, işlem maliyetleri, aksak rekabet, asimetrik bilgi ve planlamaya kadar birçok konu ele alınmış ve 1920"lerden itibaren gelişen Sovyet plancılığının da katkısıyla sonunda Kantoroviç"in doğrusal programlama yöntemine kadar gelinmiştir. Keynes"in takipçileriden sola kayanlar olmuş, Lange, Abba P. Lerner, Henry Douglas Dickinson gibi "neoklasik sosyalistler" tam rekabetçi piyasaların koşullarını sosyalizmin de gerçekleştirebileceğini ve böylece optimal kaynak etkinliğine ulaşılabileceğini teorik olarak kanıtlamayı görev edinmişlerdi.
Sveezy 1942"de kapitalizmin yıkılmasıyla ilgili Bauer modelini ortaya koydu ve bu model Evsey Domar (1948), Josef Steindl (1952) ve Nicholas Georgescu-Roegen (1960) tarafından geliştirildi. Grigori Aleksandrovic Feldman"nın iki sektörlü büyüme modeli de Alex-ander Erlich (1953) ve Evsey Domar tarafından canlandırılmıştı.Paul Baran (1957) ve Baran ve Sweezy (1966) kapitalizmin savaş sonrası gelişimiyle ilgili eski Marksist kronik depresyon görüşünü yeniden ele aldılar. Marx"m azalan kârlar yasasının artık geçerliliğinin kalmadığını savunuyorlardı. Baran ve Sweezy krizin kaynağının artı değerin yükseliş eğiliminden doğduğunu, tekelci kapitalizmin talep ve kârlı yatırımların devam etmesi için kendi dışında yayılma alanlarına ihtiyacı olduğunu ileri sürüyorlardı. Tekelci kapitalizn artı değeri tüketmek ve yeniden üretebilmek için dışarıya karşı daha saldırgan olmak zorundaydı.
Ernest Mandel (1962) ise krizi Kondratieff devrelerine bağlı azalan kâr yasasına göre çözümleyerek kâr oranlarının birikim oranına bağlı olduğunu, bunun da uzun dalgaları oluşturduğunu ileri sürmekteydi. Baran, Sweezy, Mandel 1960 ve 1970"lerde Neıv Left Revievv, Monthly Revieıı> Press, sonra Revieıv ofRadkal Political Hconomy dergilerindeki yazılarıyla Neo-Marksist yaklaşımın gelişmesi ve yaygınlaşmasında, ekonomik yaklaşımlarla siyasal çözümlemelerin birleştirilmesinde etkili oldular.ABD"de Soğuk Savaşı"ın anlamının ve McCarthycilik"in sorgulanması, ırkçılık ve kadın-erkek ayrımına karşı radikal hareketlerin gelişmesi, emeğin yabancılaşması kavramının gündeme gelmesi ve birçok gençlik akımını etkilemesi, Vietnam Savaşı"nın yarattığı tepkisellik, Avrupa"da yükselen işçi ve gençlik hareketleriyle ve azgelişmiş ülkelerin ve kurtuluş hareketierinin yarattığı ortam, Marksist veya radikal düşünceler için verimli bir ortam yaratmıştı.
Üretim biçimi ile ona bağlı sermaye birikiminin örgütlenmesi ve yarattığı hiyerarşi kavramıyla dünya ekonomisi anlayışı içinde kalkınma ve bağımlılık sorunlarının ortaya konması sonucu yeni kalkınma modelleri geliştirilmiştir. Raul Prebisch"in öncülüğünü yaptığı Latin Amerika"da gelişen bağımlılık görüşü, Andre Gunder Frank tara fından Marksist deyimlerle yorumlanmış ve yarattığı ideolojik ve siyasal yorumlarla 1960"larda neo-marksizm adı Frank ve çevresinde oluşan görüşler bütünü için kullanılır olmuştu. Gelişmiş sanayi ülkelerinde emekçi kesimin de emperyalizmden pay aldığı ve devrimci gelişmenin üçüncü dünyadan beklendiği teorilerin geliştirildiği bu yaklaşım, merkez çevre bağımlılığı ve azgelişmişlik üstüne tezleriyle yeni bir emperyalizm çözümlemesi ortaya koymaya çalışmıştır. Emperyalizmin azgelişmişliği yaratan ve kapitalizmin gelişmesini engelleyen bir ilişki yarattığı görüşü, kapitalizmi yaygınlaştırdığını savunan klasik tezlerden ayrılan ve sosyalist mücadelenin odak noktasını değiştiren en Önemli, ayrım noktası olarak ortaya çıkmaktadır.
Marksistler arasında birçok tartışmaya yol açan neo-emperyalizm teorisi, kapitalizme ve dünyanın bütününde ekonomik süreçlerin işleyişine ilişkin bütüncül yaklaşımların doğmasında etkili olmuş, Immanuel Wallerstein"m dünya sistemi, David M. Gordon, Samuel Bowles, Herbert Gintis"in siyasal ekonomi kavramları altında toplanan yaklaşımlar ekonomi ile sosyal bilim araştırmalarının bütünle ştirilmey e çalışıldığı yeni açılımlar sağlamıştır. Azgelişmiş ülkelerde uygulanan ekonomik programlar ve özellikle monetarizmin istenen sonuçları vermemesi sonucu bağlımlılık okulları Yapısalcılık akımı biçiminde gelişmiştir. Sovyetler Birliği"ndeki siyasal ve ekonomik gelişmelerin özellikle 1960"lardan itibaren yarattığı görüş ayrılıklanyla , özel mülkiyet ve ekonomik sistem çalışmaları gelişmiş ve devlet kapitalizmi ile devlet sosyalizmi kavramlarının içeriğinin doldurulmasıyla, sosyalizmin mülkiyet ilişkilerinin hukuki statüsünün değişmesi olmadığını vurgulayan ve ekonomik güçle siyasal güç arasındaki sıkı ilişki bulunduğu görüşü nedeniyle toplumda yapısal değişim ve katılımcı planlamayla gelir eşitliğinin sağlanmasını savunan Katılımcı Sosyalizm akımı gelişmiştir.
1960"larda Marksizmin egemen yorumuna karşı ekonomik deterministlik eleştirisini getirerek bir tür kültürel-siyasal determinizme varan, örneğin sınıf tanımını sınıf bilincinde bulan yaklaşım, radikal ekonomi olarak adlandırılmıştır. ABD"de öncelikle belirli dergiler çevresinde örgütlenen radikal ekonomistler, emek değer teorisi ve artı değer kavramlarını, üretim kadar dağıtım içinde çözümlemeleriyle Ortodoks Marksizm"den ayrılırken, bu görüşlerine bağlı denge ve fiyat analizleriyle dinamik modeller geliştiren bir yazın yaratmışlar, zaman içinde, gelişen Neo-Marksist ve Analitik Marksist görüşlerle radikal ekonomi adlandırmasının sınırları değişmiştir.1970"ler ve 1980"lerde Marksizmi son dönem felsefe, sosyal ve ekonomik bilimlerdeki gelişme ve kavramlarla geliştirme, sınama ve kaynaştırma çabaları gelişerek Analitik Marksizm adı altında toplanan görüşler ortaya çıkmıştır. John E. Roemer ve John Elster Marksist önermeleri geleneksel bireysel yöntemle bağdaştırmaya çalışmışlardır. Fayda maksimizasyonu ile optimizasyon, oyun kuramı, genel degne kuramı gibi matematik yöntemleri Marksist yaklaşımlarına uygulayan Roemer ve Elster, Walrascı dengenin piyasanın etkin işleyişi iddiasına dayanan kapitalizmin saf biçimiyle kuramsallaştırılması olduğunu, kapitalizmi saf biçimiyle anlama çabası olan Marksizmin Wal-rascı denge kavramıyla uyumunu sorgulamışlar ve sömürü ve sınıfların ortaya çıkışının üretim faktörlerinin sahipliğindeki farklılaşmadan kaynaklandığı sonucuna varmışlardır. Bu sonuca göre mülkiyet farklılaşması içinde optimuma erişme çabası sömürüyü doğurmakta, yani sömürü ekonomideki özgül ilişkilerden değil ekonominin kendi işleyişinden doğmaktadır. Ailen Wood ve Michael Lebowitz ise soyut genellemenin metodolojik doğruluğunu tartışarak, bireylerin yapısal ve tarihsel ortamının önemini vurgularlar. Ginitis Walrascı dengenin kapitalizmin saf biçimini temsil etmediğini, emek sermaye çatışmasının, emek piyasası eksikli olduğu için içsel olduğunu, bu "kirazlı" değişimin piyasa ilişkileriyle değil siyasal iktidar ilişkileriyle çözüldüğünü savunarak Roemer ve yandaşlarının tersi sonuca varır. Bowles de optimuma erişme ve bilgilenme ilişkisinin neoklasik iktisat kavramları içinde değerlendirilmesiyle mülkiyet ve sınıf çelişkilerinin içselliğini ileri sürer. Analitik Marksizm içindeki bu farklı bulgular, klasik ve neoklasik kavramların Marksist çözümlemelerde kullanımı ve metodoloji tartışmaları yaratmıştır.
Japonya"da, feodalizm, devlet kapitaizmi, kapitalizmin evreleri ve dünya ekonomisi tartışmalarıyla dikkat çeken Japonya Marksist ekonomisi, ikinci Dünya Savaşı sonrası bir dönem Japon akademisine egemen olmuştur. Japonya akademi dünyasında ABD etkisinden sonra iktisat öğenimi halen, Marksist olan ve olmayan iktisat olarak sürdürülmektedir; Avrupa ve özellikle ABD"nin tersine Japonya"da neoklasik iktisatçılar da Marksizmi bilirler. Siyasal hareketlerle bağı kopan Japon ekonomik Marksizmi, iktisadın siyasal ve ideolojik hareketlerden bağımsızlığını ve sınıf mücadelesine kapitalizmin gelişimi ve dönüşümünü açıklayarak katkı yaptığını savunmuştur. Kapitalizmin krizinin emek gücünün metalaşmasından kaynaklanan çelişkiler olduğu ve bu çelişkilerin sınıf mücadelesinin nedeni ve sonucu olduğu görüşüyle kapitalizmin hareket yasalarını ve dünya ekonomisini anlamaya çalışan Michio Morishima, Shigeto Tsuru, Kozo Uno, Nubuo Okishio, Makoto Itoh en tanınmışlarıdır.
Michel Aglietta, Robert Boyer, Alain Lipietz gibi yazarlarca Fransa"da geliştirilen, girişimlere düzenleyici kurallar getirilmesini savunan regülasyon okulu, eklektik ve Post Keynesyen okula daha yakın bir görüştü. Lange"nin öncüsü olduğu piyasa sosyalizmi, sosyalizme geçiş sorunlarının tartışıldığı dönemde canlanmış olduğu gibi, Sovyetler Birliği"nin kapitalizme dönüşüyle yeniden gündeme gelmiş, çeşitli biçimleri artı değer, marijinal maliyet ve verimlilik kavramlarıyla tartışılmıştır.Küreselleşme ve postmodernizm tartışmaları solda da yankısını bulmuş ve yeni dünya düzenine ilişkin redcilerden uyumcu ve eylemcilere kadar çeşitli yaklaşımlar ortaya konmuştur.